Şairin üzerinde en fazla durduğu kavramlardan biri câmilerdir. O, câmilerin huzur dolu iklimine gönül vermiş bir erendir. Câmiler, tepelere konmuş nazlı birer kuğudur. Şadırvanların ses verdiği, suyundan müminlerle güvercinlerin abdest aldığı; âminlerle, hu hu’ların birbirine karıştığı mekânlardır.
Yüzlerce kişi, yıllarca çalışarak, göz nuruna iman gücü ekleyerek, çizgileri noktaları tartarak, kubbesine sevinç katarak, oya işler gibi câmi işlemiştir. Mermerlerinde kar çiçekleri; halılarda nar çiçekleri, kurşun üstünde menekşeler çiçek açar. Çinileri lâle ile sümbüldür. Câmiler, saksıya konsa çiçek açmaya hazırdır.
Sütûnu kıyâmdır, kemeri rükû, minareler her haliyle duâ… dört elini de açmış duâ ederler Allah’a. Kemerleri zafer günlerinde aydan, güneşten kesilmiş dilimlerdi. Bu gayretler akçe uğruna olacak şeyler değildi.
Bir câmi için kubbe ne anlam ifade ediyorsa yeryüzü için de gök kubbe aynı anlamı ifade etmektedir. İslâm anlayışında yeryüzünün mescit olarak ele alındığı düşünülürse şairin bu benzetmesinin kaynağı daha iyi anlaşılabilir.
Câmileri aydınlatan avizeler, mümin yüreklerin iç ışığını yansıtmaktadır. Taş ve billûr üslûbunca konuşmuş, mermerler sûreleri ezberlemiştir. Bu mekânları, kıtalar genişliğinde avlular kucaklamalıdır.
Minareler dal verecek niteliktedir. Mermerler, ışıklar, köpükleri; şerefeler yüzükleridir. El birliği ile kanat üstünde şanlı tekbîri taşımaktadırlar.
Minare aynı zamanda tevhidin sembolüdür. Şair, Mevlânâ’nın türbesini anlatırken şöyle bir şekil anlam bütünlüğü yakalar.
Minare, İslâm alfabesinin ilk harfi olan elifi temsil eder. Türbenin üç ayrı kubbesi vardır. Ana kubbe ile iki yan kubbecik minare il birlikte ele alınırsa ‘Allah’ yazısı meydana çıkar.
Semazenin sağ eli minarenin şerefesi gibi göklere açılır. Künbed-i Hadrâ semazenin sol eli gibi aldıklarını yere devreder. Kubbe-i Hadrâ’nın çadır kubbesi bir semazenin eteklerine benzer. (1)
O câmiler ki arı kovanı gibi çalışırlar. İçlerine aşkla girenler peteklerini bal ile doldurup çıkarlar.
Şair nerde bakımsız, boynu bükük bir câmi görse yaralanır. Terkedilmiş her minare kaybettiği ezanları için ağlamaktadır. Edirne’deki Lâri câmisinin terkedilmişliğini şu benzetmelerle ifade eder. Pencerenin kapı olarak kullanıldığı, kubbe aralıklarından gökyüzünün gözüktüğü, duvarlarında yazıların ağladığı, dolu vurmuş gibi kubbe, çiçek bozuğu duvar, kırık şerefesi elini kulağına koymuş kendi salâsını kendi vermektedir. Murâdiye câmii için ise şu benzetmelerde bulunur: Şakrak şadırvan terkedilmiş, kuşlar bile konmak için kuru ağaç dallarını tercih etmiştir. Damlar ağlar vaziyette secdeye kapanmaktadır. Minarenin kırık alemini gökteki ay tamamlamaktadır. (2)1-Arif Nihat Asya, Aramak ve Söyleyememek, Ötüken Neşriyat, sayfa 371, İstanbul 2005
2-Arif Nihat Asya, Dualar ve Aminler kitabındaki şiirlerinden özetle, Ötüken Neşriyat, 2005