Bu bedende ne umutlar yeşerttik, ne heyecanlar besledik. Küçük evlerimizde kocaman devletler, devasa şehirler kurduk. Hayallerimizin sınırı yoktu. Olmaz değildi hiçbir şey çalıştıktan sonra. Gayret ediyorduk, elimizden geleni ardımıza koymuyorduk. Dağlar aşılmaz değildi bizim için. Sayımızın azlığı önemli değildi. Heyecanlıydık, azimliydik ve her şeyden önemlisi birbirimize sonsuz bir sevgi besliyorduk. Başarıya inancımız tamdı. Hem bu yola çıkıp da kaybetmek diye bir şey olmazdı zaten.
Ceplerimizdeki paranın pek bir kıymeti yoktu belki, ama olanı da harcamaktan imtina etmezdik. Şimdiki gibi akrep taşımazdık cebimizde. Bazen konuşarak bazen de susarak dertleşirdik. Güldü uzattığımız birbirimize, zeytin dalı değil. Niye zeytin dalı uzatacakmışız ki? Biz hiç küsmedik, hiç darılmadık…
O zamanlar güneş daha bir anlamlı doğardı sanki. Çünkü ayakta olurduk o saatler. Bu vakti ıskalayanların hayatı da ıskalayacağına inanırdık. Kuşlar bizim için şakırdı, kelebeklerin kanat çırpması bize verilmiş selamlardı. Zamanın geçmesine aldırmaz görünürdük ama içten içe de hayıflanırdık niçin daha çok çalışmıyoruz diye. Gecelerimiz vardı sonra bereketli mi bereketli. Kafamız çatlayıncaya kadar düşünürdük. Bu akıl boşuna verilmemişti bize. Derdimiz bellerdik diğer insanların derdini. Tüm hastalar bizim hastamızdı tüm fakirler bizim. Kitaplarımız da vardı hani gecenin uzletinde sayfalarında kaybolduğumuz, birbirimize heyecanla anlattığımız.
Toplumu dönüştürmek fertleri dönüştürmekle mümkün derdik. Onun için günün sonunda bir insana daha yardım edebilmişsek, ısındırabilmişsek kalbini bu ortama, ‘değmeyin keyfimizeydi’. Misyonerdik anlayacağınız kelimenin sözlükteki anlamıyla. Yalnız, biz kutsal kitap arası dolarlar sunmuyorduk karşımızdakine. Bizimkisi sıcak bir gülüş, bir dokunuştu en samimisinden. Yalnız korkmuyor da değildik şımarmaktan, amaçtan sapıp araca ram olmaktan. Yarın diyorduk, büyürsek, sayımız artarsa ilk günkü heyecanımızı koruyabilecek miyiz? Niçin yola çıktığımızı unutup kendimize değerimizin çok üstünde güçler vehmedecek miyiz? Keşke bu sorulara hiç düşünmeden “kesinlikle hayır” demeseydik. Keşke bu sorular üzerinde düşünseydik?
Şimdilerde, bitmek bilmeyen gecelerde bunları düşünüyorum. Bu bencil, bu hep kendine yontan insanlar bizsek, peki onlar kimlerdi? Onlar yoksa bir görünüp kaybolan masal varlıkları mıydı? “Hayat böyle yaşanmalı işte” deyip sonra çekip giden uyarıcılar mıydı? Yoksa onlar bizdik de şu an bir fetret devri mi yaşıyoruz? “Basu badel mevt” deyip zümrüdü anka misali tekrar kendimiz mi olacağız?
Gönlüm ikinci şıktan yana. Ama emin değilim. Sanki o yıllar bir daha geri gelmeyecek.
İnşallah yanılıyorumdur.
alıntı